24 Eylül 2010 Cuma

Geçmiş-Bugün-Gelecek 6



Başından sonuna sıkıntıların,acıların,ayrılıkların yaşandığı ancak mutlu son ile biten Türk filmleri tadındaki 100.yılın ardından çatlak seslere rağmen -doğru bir kararla- Zico ile devam kararı alan Fenerbahçe yönetimi,aynı tutarlılığı futbolcular konusunda koruyamayacağının sinyallerini ilk olarak o günlerde veriyordu. Kendini dev aynasında gören,Dünya'nın en iyi forvetlerinden biri olduğunu düşünen Mateja Kezman'nın aldığının 1 Euro fazlasına kalacağını belirten Tuncay Şanlı,Türkiye'de her zaman yaşanan yerli-yabancı ayrımına tabi tutuluyor,başkan Aziz Yıldırım bir Türk oyuncuya o kadar para verilemeyeceğini savunuyordu. Middlesbrough yolunu Tuncay Şanlı ise büyüklüğü Fenerbahçe ile kıyaslanamayacak,düşük profilli bir takımı terchih ettiği için hem taraftar hem de bir kısım medya tarafından kıyasıya eleştiriliyordu. Seyirci ortalaması bırakın Premier Lig'i Championship ile bile kıyaslanamayacak bir ülkenin spor -skor- yazarları tarafından yapılan eleştiriler sürekli Fenerbahçe-Middlesbrough karşılaştırması üzerinden yürütülürken,25 yaşındaki bir Türk oyuncunun Premier Lig tecrübesi yaşamak isteme ihtimali üzerinde kimse durmuyor,kariyerini İngiltere'de devam ettirmesinin ''major'' takımların gözünün önünde bulunması demek olduğunu bencilce bir tavırla görmezden geliniyordu.

Sonuç olarak Fenerbahçe'de geçirmiş olduğu 5 yıl boyunca bir kez olsun kasıtlı faul yapmayan,hakemi aldatmaya yönelik harekette bulunmamış,yaşanan saha içi arbedelerde hiç bir zaman yer almamış Fenerbahçe'nin 2.kaptanı -kalsa kaptan olacaktı ve bana göre o pazuband koluna herkesten çok yakışacaktı- yuvadan uçuyordu. Tuncay ile birlikte ruhunun son parçasını da kaybettiğinin farkında olmayan Fenerbahçe yönetimi ise o sıralarda yıllardır hayalini kurduğu Roberto Carlos transferini gerçekleştiriyordu. Tuncay dışında,kaptan bellediği ve çok değil bir kaç yıl sonra bunun ne derece hatalı bir karar olduğu ortaya çıkacak Ümit Özat Köln'nün yolunu tutarken,Rüştü Reçber en sonunda ve bir daha geri gelmemek üzere takımdan ayrılıyor,kıta değiştirip siyah-beyaz renklere bürünüyordu. Takıma ise Roberto Carlos dışında,Rizespor'dan Yasin Çakmak,Sunderland'den Colin Kazım ve Metin Diyadin'in tavsiyesi üzerine Oftaş'tan Gökhan Gönül katılıyordu.

Yeni sezona bir önceki sezonun kopyası gibi başlayan Fenerbahçe,ligin ilk haftasında belalısı İ.B.B'ye 2-0 mağlup oluyor,Şampiyonlar Ligi önelemesinde ise Anderlecht ile eşleşiyordu. Bu sıralarda gelen Stephen Appiah'ın sakatlandığı haberi ise can sıkıyor ancak kısa süre içinde sahalara döneceği yönünde yapılan açıklama yüreklere su serpiyordu. Appiah'ın yokluğunda orta sahayı Deniz-Aurelio ikilisinden kuran Zico yönetimindeki Fenerbahçe,Kadıköy'deki ilk maçı Alex'in golüyle 1-0 kazanırken ortaya konan oyun kimseyi tatmin etmiyor,geçen sezondan miras kalan uyumsuzluğun devam ettiği gözlemleniyordu. Deplasmanda Alex ve Kezman'ın golleriyle gelen 2-0'lık galibiyet ile 1 yıl uzak kaldığı Şampiyonlar Ligi'ne adım atan Fenerbahçe,İnter,Cska,Psv kurasını çekiyordu.

Takımın verdiği genel görüntüye dayanarak yapılan yorumlar grubun zorlu olduğu,3.olup Uefa kupasına katılınmasının başarı sayılması gerektiği yönündeydi. Ligdeki istikrarsızlığın devam edip sırasıyla Oftaş,Rize ve Bursaspor ile 1-1 berabere kalındığı bir dönemde,Kadıköy'de İnter'in karşısına dikiliyordu Fenerbahçe. Sahadan Devid'in muhteşem golüyle 1-0 galip ayrılırken,sayısız gol pozisyonu kâh Julio Cesar elinde kâh reklam panolarında eriyordu.

Bu maç ile birlikte ortaya çıkan 2 şey vardı. Bunlardan birincisi ligde tel tel dökülen takımın Avrupa'da bir başka oynadığı,daha motive,daha konsantre ve daha aç gözüktüğüyken,ikincisi isestajyer Zico'nun geçen sezon temellerini attığı kendi sistemini oturtma çabasının sonuç vermeye başladığıydı.

Yavaş,temposuz,garanti pasa dayalı,defans hattının olabildiğince geriye yaslandığı bu oyun anlayışına,Zico'nun kafasındaki dizilişe uygun özellikte olan oyuncuları doğru antrene etmesi ekleniyor,Fenerbahçe geçen sezon yaşadığı sıkıntılardan arınmaya başladığının sinyallerini veriyordu. Dörtlü defansın soluna yapılan Roberto Carlos takviyesi ile birilikte takım 4-2-3-1 dizilişine dönerken,Tuncay'ın ayrılığı sonrasında soru işareti olarak kalan sol kanat Uğur Boral ile dolduruluyor,bir önceki sezonun en kötü ismi Deivid sağ kanada yerleşiyordu. Tercih edilen bu temposuz oyun anlayışının getirisi olan ileride çoğalamama,üçüncü bölgede ihtiyaç duyulan rakip defansın dengesini bozacak ekstra adam eksikliği gibi sorunlar bazen kanat beklerinin bindirmesi,genel olarak ise Deivid'in içeri kat edip Alex ile birilikte forveti üçlemesi ile mümkün olan en az seviyeye indiriliyordu.

Kanat beklerinin bindirmelerinin hayati önem taşıdığı bu taktik anlayışta Carlos-Uğur ikilisinden oluşan sol taraf neredeyse kusursuz işlerken,sağ kanatta ise Devid'in kabuk değiştirmesi bile yeterli olmuyor,arkasında oynayan Önder ne Deivid'in boşalttığı kulvarı kullanabiliyor ne de işin savunma yönünde gerekli katkıyı sağlayabiliyordu. İyi dripling yapabilen oyuncular karşısında çok zor durumlara düşen Edu-Lugano tandemine zaman zaman -canı istediğinde- Roberto Carlos ters kademeye girerek yardımcı olurken,ters kanatta oynayan Önder rakip forvetlere kaleye kadar eşlik ederek büyük bir misafirperverlik örneği gösteriyordu.

Şampiyonlar Ligi'nin ikinci maçında Moskova deplasmanına çıkan Fenerbahçe maçın başında Alex ile golü bulsa da Edu'nun iki asisti sonrası mağlup duruma düşüyor,2-1'den sonra da yukarıdaki tanıma uyan Vagner Love'un şovu başlıyordu. İşte tam bu sırada Daum'un iyi ''antrenör'' olmasına rağmen hiç bir zaman beceremediği taktisyenlik adına ilk sinyali çakan Zico oyundan Edu ve Lugano'yu çıkarırken onların yerine daha süratli olan Gökhan Gönül ve Yasin'i,gol bulmak zorunda olduğu için de Deniz'in yerine Kazım'ı dahil ediyordu.Önder-Yasin ikilisini geride bekletip Gökhan ile sağdan Roberto Carlos ile soldan sürekli bindirmeye başlayan Fenerbahçe 85'te -biraz da şansın yardımıyla-Deivid ile golü bulup İstanbul'a 1 puanı alıp dönüyordu.

Deplasmandaki Psv maçında önce Alex'in sakatlanması sonrasında ise Deivid'e gösterilen saçma sapan kırmızı karta rağmen iyi bir oyun sergileyen Fenerbahçe,zaten sisteminin odak noktası olan rölanti oyunun dozunu 10 kişi kalınca -haklı olarak-daha da arttıyor ve bu deplasmandan da 1 puan almayı biliyordu.

Şampiyonlar Ligi'nde deplasmanda alınan 1 puan her zaman değerlidir ancak bu maçta bundan daha değerli,uzun vadede daha fazla fayda sağlayacak bir gelişmeye daha imza atıyordu stajyerZico.

Takımın işlemeyen tek noktasına neşter vuruyor,Daum'un hiç bir zaman cesaret edemediği,edemeyeceği bir karar vererek daha önce bir kaç lig maçında denediği Gökhan Gönül'e ilk onbirde şans veriyordu. Verilen şansı mükemmel kullanan Gökhan Gönül ortaya koyduğu oyunla bundan sonra burası benim diyordu.

Ligde ise işler geçen sezona nazaran daha iyi gidiyordu. Ekim ayının ortalarında başlayan çıkışla birlikte takım önce 4 ardından da 5 maçlık galibiyet serileri yakalayarak çıkışa geçiyor,sezon başındaki ''ruhsuzluğa'' ithafen tribüne asılan ''Tuncay ruhunu gönder'' pankartı apar topar kaldırılıyordu. Ligdeki bu çıkışta büyük payı olan Tümer Metin ise Avrupa kupası maçlarında tercih edilmiyordu. Bu döneme dair kötü anı olarak Appiah'ın bitmek bilmeyen sakatlığı akıllarda yer ederken,nihayet Semih ''Are You Big Player'' Mateja Kezman'ın sakatlığı sonrası formayı alıyordu. Aurelio ile mükemmel bir uyum yakalayan Deniz Barış'ın sakatlığının kısa süreceği açıklanırken o bölgeye taraftarın bir başka sevgilisi Selçuk yerleşiyordu.

Şampiyonlar Ligi'nde kilit maç olan içerideki Psv maçına cezalı Deivid'in yerine Kazım ile başlayan Fenerbahçe,önce Kazım'ın sert şutunde Marcellis'in ayağına çarpan topla 1-0,hemen bir dakika sonrasında ise Semih ile 2-0 öne geçiyordu. Dört maçta aldığı 8 puan ile tarihinde ilk kez gruplardan çıkmaya çok yaklaşan Fenerbahçe,grubun beşinci maçında San Siro'da İnter ile karşılaşıyor,son derece silik bir oyun sonrasında sahadan 3-0 mağlup ayrılıyordu.Artık Kadıköy'de CSKA'yı yenmekten başka bir yol yoktu...

Maça müthiş başlayan Fenerbahçe çok sayıda gol pozisyonundan faydalanamazken,Edu defansın bir anlık hatasını affetmiyor ve CSKA'yı 1-0 öne geçiriyordu. Acil olarak şoktan çıkması gereken takıma kaptan suni tenefüs yapıyor,harika bir sol dış ile 25 metreden ağları sarsıyordu. Devre bitmeden kariyerinin en iyi sezonunu geçiren Uğur Boral skoru 2-1'e taşıyor,aynı oyuncu 89'da bir tane daha atıp Fenerbahçe'nin artık Şampiyonlar Ligi ikinci turunda olduğunu ilan ediyordu.

Devre arasına gelindiğinde Fenerbahçe ligde 37 puanla aynı puandaki lider Sivasspor'un averajla gerisinde kalıyor,daha önce sakatlıkları kısa süreceği açıklanan Deniz ve Appiah'ın ise sezonu kapattıkları haberi geliyordu. Orta sahanın ortasında Selçuk ve Aurelio dışında alternatifi kalmayan takıma ''Alex'in tavsiyesi'' ile Şili'li Maldonado takviyesi yapılırken,Şampiyonlar Ligi ikinci turunda Sevilla ile eşleşiliyordu.

Bikini tartışmaları arasında çıkılan Sevilla maçlarından önce medyanın genel kanısı takımın Avrupa için bu yılki hedefine ulaştığı ,son iki sezonun Uefa kupası sahibi Sevilla'nın Fenerbahçe'yi rahat geçeceği yönündeydi.

Kadıköy'deki ilk maça maalesef iyileşen Kezman ile başlayan Fenerbahçe,bu oyuncunun kafası ile 17.dakikada öne geçiyor ancak bu dakikadan sonra artan Sevilla baskısında defansın arkasına güzel bir koşu yapan Edu'nun şık vuruşu ile golü kalesinde görüyordu. Devre bu sonuçla biterken Edu Şampiyonlar Ligi'ndeki gol sayısını 2'ye çıkartıyor,CSKA maçında yaptığı 2 asist ile de Alex'i kıskandırmayı başarıyordu.

İkinci yarıya oyuncu değişikliği yapmadan çıkan Fenerbahçe'de Lugano,Edu'yu kıskananın bir tek Alex olmadığı söylüyor ve 57. dakikada vurduğu kafa ile takımını 2-1 öne geçiriyordu. Bu golün 8 dakika sonrasında bu kez Sevilla stoperi Julien Escude skoru 2-2'ye,gol öncesi kaval kemiğini kırmaya yeltendiği Roberto Carlos'u ise Acıbadem Hastanesi ortopedi servisine taşıyordu. 2-2'den sonra Zico 75'te Uğur Boral'ın yerine Kazım'ı ardından da 84'te Kezman'ın yerine Semih'i oyuna alıyordu. Oyuna girdikten 3 dakika sonra ağları sarsannöbetçi,Fenerbahçe'nin Endülüs'te Raks'a 3-2'lik avantajla gideceğini haykırıyordu.

Rövanşa klasik diziliş ve oyuncu tercihi ile çıkan Fenerbahçe'de tek değişiklik,sakat Roberto Carlos'un yerine mekanik problemli Vederson olurken,tribündeki 2500 kadar Fenerbahçe taraftarının sesi yeri göğü inletiyordu.

Sevilla 5.dakikada Dani Alves'in frikiği ile 1-0,bundan 4 dakika sonra ise Seydou Keita'nın Malaga'dan vurduğu ve Jabulani'ye ilham veren fizik kurallarına aykırı şut ile 2-0 öne geçerken,Volkan'ın konsantrasyonu yerlerde sürünüyor,maçın daha ilk 10 dakikası geçilmeden Ahmet Çakar bikini korkusunu yeniyordu.

Ben de dahil olmak üzere maçın farka gittiğini düşünen Fenerbahçe taraftarının imdadına topu iğne deliğinden geçiren sezonun tartışmasız yıldızı Deivid yetişse de,devrenin sonlarına doğru Lugano'nun ıskaladığı topta Frederic Kanoute din kardeşi falan dinlemeyip skoru 3-1'e taşıyordu.

İkinci yarıya çıkarken Fenerbahçeli taraftarlarda,bu seviyede verilen mücadeleden dolayı mutluluk,45 dakikada yenen 3 golden dolayı hüzün,geriye bir başka 45 dakika daha kalmış olmasından dolayı da umut vardı. Zico ilk değişikliği 63'te Selçuk-Semih takasıyla yaparken risk alıyor bunun karşılığını da 79'da arka direkte biten Deivid ile alıyordu. Fenerbahçe bu dakikadan sonra zaman zaman gol pozisyonları verse de maçı önce uzatmalara ardından da penaltılara taşımayı başarıyordu.

Hali hazırda yeterince zor bir sınav olan Fenerbahçeliliğin üstüne bir de seri penaltı atışları eklendiğinde bu iş bir tutkudan ziyade kardiyolojik bir vaka halini alıyordu.

Edu'nun kaçırıp,Vederson,Kezman ve Aurelio'nun gol yaptığı penaltı atışlarında,maçın ilk 10 dakikasında 2 hatalı gol yiyen Volkan,Escude ve Maresca'ya vermediği izni son penaltıda Dani Alves'e de vermeyip milyonlarca Fenerbahçeli'nin kafasını,kolunu,bacağını masa,sandalye,sehpa,kanepe ve hatta avizeye çarpmasına sebep olurken,vücutlarda oluşan darbeye dayalı ödemlerin tedavisi beyninden vücuda salınan serotonin,melatonin ve endorfin hormonları ile gerçekleştiriliyordu. Dünya üzerindeki milyonlarca Fenerbahçeli kendinden geçerken;

Zil,şal ve gül.Bu bahçede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı...

dizelerinin sahibi Yahya Kemal yanlış biliyordu.O akşam her yer sarı lacivertti...

Ligdeki konumunu 27.haftada aldığı 3-0'lık Kasımpaşa galibiyeti ile liderliğe yükselten Fenerbahçe'nin bu kez Londra yolculuğu yapacağı Cenevre'de belli olurken,bir hafta sonra çıkılan İnönü'deki Beşiktaş maçında Alex şov yapıyordu.Maçı 2-1 kazanan Fenerbahçe ikinci Galatasaray'ın 2 puan önünde koltuğunu koruyordu.

Zengin semtin,zengin takımı Chelsea cephesinde ise Fenerbahçe adına sevindirici gelişmeler devam ediyordu. Sezon ortasında gönderilen Jose Mourinho'nun yerine Avram Grant getirilmesi yetmezmiş gibi bir de kaleci Petr Cech sakatlanmıştı.

Kadıköy'deki ilk maça cezalı Gökhan Gönül hariç tam kadro çıkan Fenerbahçe,maçın ilk yarısı boyunca bu seviyede maç oynama tecrübesi kendisinden çok daha fazla olan rakibi karşısında çok silik gözükürken,daha henüz 13.dakikada bu sezonki laneti olan kendi kalesine gol atma ritüeli trajik bir biçimde devam ediyor,bu sefer de Deivid ile kendi ağlarını sarsıyordu.Bu golle beraber Samsunsporlu Ercan'ın bir sezonda kendi kalesine attığı toplam gol sayısını egale edenFenerbahçeli futbolcular,taraftarın boynunun bükülmesine istemeden de olsa sebep oluyorlardı.

Chelsea'nin ilk yarı boyunca topa ve dolayısı ile oyuna olan hakimiyeti,devre arası taraftar sohbetlerinde rakibin bize biraz büyük geldiği,buraya kadar gelmenin bile büyük bir başarı olduğu,yenilsek bile üzüntü duyulmayacağı yönündeyken,soyunma odasındaki stajyerin buna itirazı vardı.

İkinci yarıya oyuncu değişikliği yapmadan çıkan Fenerbahçe'de Zico,Dani Alves'e yaptıklarını Essien'e yapamayan Uğur Boral'ı 54'te oyundan alıyor yerine Kazım'ı sokuyordu. Bu değişiklikten sonra Deivid sola,Kazım sağa geçerken,Zico'nun bu denemesi 64'te Aurelio'nun harika pasına güzel vuran Kazım'la ilk meyvesini veriyor,Fenerbahçe skoru 1-1'e taşıyordu.

1-1'den sonra oyun her iki takımın da vites küçültmesi ile rölantide devam ederken,80.dakikada Maldonado hayatında ilk kez öne doğru bir pas verdi. Bu tarihi anı daha da ölümsüzleştirmek isteyen Deivid,kendi kalesine attığı golü beğenmemiş olacak ki inanılmaz bir şutla skoru 2-1'e getiriyordu.Artık bomba Chelsea'nin kucağındaydı...

Rövanşa çıkarken ilk maçın ilk yarısındaki ''olsun lan'' ruh hali yerini hem galibiyetle gelen özgüvene,hem de baskıyı rakibin daha çok hissetmesinden dolayı biraz da olsa rahatlamaya bırakırken,Zico ilk maçı bitirdiği onbiri sadece cezası biten Gökhan Gönül değişikliği ile sahaya sürüyordu.

İki ayaklı maçların deplasman ayağında ilk 15-20 dakika gol yememek her zaman öndemlidir.Hele ki bu bir İngiltere deplasmanı ise daha da önemlidir. Haçlı Seferleri'nden beri duran topları etkili kullanan İngiliz takımlarına karşı tehlikeli bölgede faul yapılmaması gerektiğini o yıl 79 yaşında olan babaannem bile bilirken,imalat aşamasına mekanik olarak hatalı üretilen Vederson daha henüz 4. dakikada arkası dönük ve taca çıkmak üzere olan Essien'i indiriyordu. Lampard'ın ortasına iyi yükselen ilk maçın Chelsea adına en iyi ismi Ballack da bizim için en kötü senaryoyu yayın akışına dahil ediyordu. Golün şokunu bir süre atlatamayan Fenerbahçe karşısında Chelsea akın akın gelmeye devam ediyor,sağdan Joe Cole,soldan Kalou ile sürekli pozisyon yaratıyordu.Bu arada Chelsea'nin yedek kalecisi Cudicini sakatlanırken yerine takımın üçüncü kalecisi Hilario giriyordu.En azından bu iyi bir şeydi...

İkinci yarı başlarken ben de dahil bir çok Fenerbahçeli,takımın bundan sonrasında şuursuzca saldırıp,defansın arkasında boşluklar bırakacağını düşünürken stajyerin takımı sakin kalmayı başarıyor,zaman zaman pozisyonlar verse de skor olarak oyuna tutunmayı başarıyordu. 60'ta Maldonado-Kezman,75'te Uğur Boral-Semih değişiklikleri yapan Zico takımı biraz daha öne çıkarmaya çalışıyordu. Rakibin yakaladığı pozisyonlar harika oynayan Volkan'ın ellerinde erirken,86'da Gökhan'ın yarım volesi ,30 saniye sonrasında ise Kazım'ın şutu Hilario tarafından inanılmaz bir şekilde çıkarılıyor,bu topun dönüşünde ise Essien'in Hyde Park'ta yürüyüş yapar gibi Vederson'u geçip yaptığı ortaya Lampard ayak koyuyor ve skoru 2-0'a taşıyordu. Bu gol taraftarın üzüntüsünü katlarken o sırada farkedemediğimiz bir şeyler yaşanıyordu.Fenerbahçe,Şampiyonlar Ligi Çeyrek final ikinci maçında Stamford Bridge'de Chelsea'ye karşı 88.dakikada 2-0 mağluptu ve bizim hala tur umudumuz vardı.Belki biz bunun farkında değildik ama kendini yerden yere atan Drogba'nın tek istediği maçın çabuk bitmesiydi.İşte orada yatıyordu,hiç bir darbe almamasına rağmen kendini yere atmış ve bunu hakeme yedirmişti.Üstelik zaman geçirmeye çalışıyor,yerden kalkmıyordu.

Sonuç olarak,en azından tabelaya göre Fenerbahçe Chelsea'ye 2-1 ve 0-2'lik skorlarla elenmişti ve bundan daha doğal bir şey olamazdı. Belki çok fazla üzülmemeliydik bu onurlu mağlubiyet karşısında ama o gece yastığa kafasına koyan her Fenerbahçeli'de hüzün,yaşanan gurura ağır basıyordu.
Çok yakındı be...

Avrupa'ya veda edilirken Türkiye Kupası'nda da Galatasaray'a 0-0'ın -inanılmaz ama Galatasaray Kadıköy'de yenilmedi- rövanşında 2-1'lik skorla elenilirken hakem Cüneyt Çakır tartışmalı kararlara imza atıyor,maçın sonunda Volkan Lincoln'ü Cevahir AVM'ye kadar kovalıyordu.

Elde kalan son kale olan ligde ise işler,30.haftadaki Ankaraspor maçına kadar yolunda gidiyordu. İkinci Galatasaray'ın 2 puan önünde çıkılan bu deplasmanda takım 2-1 öndeyken 87.dakikada bir penaltı kazanılmış,herkes topun başına Alex'i beklerken oyuna 81'de dahil olan Kezman atışı kullanmak üzere geriliyordu. 2 yıl boyunca afra,tafrasından geçilmeyen Sırp oyuncu sevenlerinişaşırtmıyor ve topu tribünlerin üzerinden geçirirerek Çankaya köşküne kadar ulaştırıyordu. Uzatma dakikalarında ise daha kötü bir şey oluyordu. Oluşan karambolde topa ayağını uzatan Mehmet Yılmaz skoru 2-2'ye getirirken Fenerbahçe'yi sezon başından beri ilk kez kazanmak zorunda olduğu bir maçla başbaşa bırakıyordu. Federasyonun o yıl aldığı karar doğrultusunda ikili averaj kuralı geçerliliğini yitirdiğinden dolayı genel averaja bakılıyor,bu da kafa burun giden averaj hesabına bakmadan galibiyeti her iki takım açısından da zorunlu kılıyordu.

Maç sonunda eleştiriler penaltı pozisyonu üzerinde yoğunlaşırken,kimileri Zico'nun disiplinsizliğinden dem vuruyor,kimileri topu uzay boşluğuna vuran Kezman'a kızıyor,kimileri ise buna izin veren takımın kaptanı Alex'i eleştiriyordu. Ve aslına bakılırsa maalesef herkes haklıydı...

2 hafta sonra Sami Yen'e rakibi ile aynı puan ve +1 averaj ile çıkan Fenerbahçe sanki şampiyonluk düğümünü çözecek maçta değil de bir hazırlık maçındaymış gibi oynuyordu. İnter'i,Sevilla'yı,Chelsea'yi dize getiren takımın bu olduğuna inanmak için en az 2 şahit gerekiyordu. Edu-Volkan ikilisinin 37.dakikada hazırladığı pozisyonda Nonda'ya sadece dokunmak kalırken geriye kalan 50 dakikada Fenerbahçe tek bir pozisyona dahi giremiyordu. Bir takımın ne şart altında olursa olsun böylesine önemli bir maçta bu derece vurdum duymaz bir tavra bürünmesi anlaşılır bir şey değildi. Ligin geriye kalan bölümü 5-3'lük Galatasaray-Sivasspor maçı sayılmazsa formalite havasında geçiyor ve skor 17-17'ye geliyordu.

Fenerbahçe şampiyonluk delisi bir camiadır.Diğer rakiplerinde bulunan şampiyonluk isteğinin çok dışındadır onun bu talebi.Ne Avrupa başarısı ne de Kupa vs. gibi yan etkenler kesmez Fenerbahçe'yi.O şampiyonluğa tam anlamıyla bağımlıdır.O olmadan nefes alamaz,kalbi atmaz. Onu göremeyecekse kör olsundur.Başkan bile o sezon takımın yürüye yürüye şampiyon olması gerektiğini söylemiştir.

Bir de Fenerbahçe hiç bir şeyden ders almaz. Hatalarından ders çıkarıp bunları düzeltme yoluna gitmez. Hastanın acısının dinmesi için morfine ihtiyaç vardır ancak onu öldürüp acısını dindirmek daha kolaydır Fenerbahçe için. Denizli'de kaybedilenin bir şampiyonluktan çok daha fazlası olduğu sonradan ortaya çıksa da ,Zico kumarının tutmasını Zico'dan ziyade kendilerine bağlayanlar bir kez daha şampiyon olamayan hoca ile yollarını ayırmayı tercih ediyorlardı. Kısaca onu getirmekle yaptıkları hatayı göndermekle tekrarlıyorlardı.

Zico'yu göndermek için yardımcısı olan kardeşini istememelerinden tutun,tercümanın idmanda şut atmasına,Maldonado transferi ve kadrodaki yerinden tutun,Ankaraspor maçında kaçan penaltıya kadar onlarca bahane bulur takımı yönetenler. Yeni sezon hazırlıkları başlarken artık bu güzel adam burada değildir ve yönetime göre artık herşey onların ellerinde daha güzel şekillenecektir.

O yaz 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası vardır ve katılan 16 takımdaki istisnasız her futbolcu ve hoca Fenerbahçe'ye gelmek için sıraya girmişlerdir...

Devam edecek...

1 yorum: