30 Ağustos 2010 Pazartesi

Bize Her Yer Ljubljana

İstanbul,Dünya Basketbol Şampiyonası için gelen Sloven taraftarlar tarafından işgal edilmiş durumda.Sayılarının fazlalılığı bir kenara,çok gelişmiş bir basketbol kültürününden geldiklerini de sonuna kadar hissettiriyorlar.Salonda yarattıkları atmosfer bizim bildiğimizin çok dışında, bambaşka birşey.

Seviyorum bu adamları...

27 Ağustos 2010 Cuma

Fenerbahçe 1-1 PAOK




Teknik adamların takımı iyi ya da kötü yönettikleri konusundaki görüşlerimiz çoğu zaman kafamızdaki takımın ne kadarının sahada olduğu ile ilintilidir.Bu bağlamda Aykut Kocaman'ın bu akşam sahaya sürdüğü 11'e söyleyecek hiç bir sözüm yok.Zira benim kafamda kurduğum 11 ile maça başladı.Diziliş anlamında eleştirilebileceği tek nokta oyuncu değişiklikleri olabilir ki bu bile yedek kulubesine bakıldığında tolere edilebilecek düzeydeydi.


Maçın ilk yarısı boyunca Stoch'un ceza sahası çizgisi üzerinden vurduğu ve kalecinin çok iyi çıkardığı top hariç taraftarını tek bir kez bile ayağa kaldıramayan bir takım vardı bugün sahada.Mehmet ve Gökhan ile işler gibi gözüken,ancak en amiyane tabirle bal yapmayan arı kıvamında,isabetli tek bir ortanın gelmediği sağ kanada,Andre Santos'un inanılamayacak derecede formsuz olmasından dolayı arkadan bir türlü destek göremeyen sol kanada,oyunda olduğunu bile ancak 35.dakika yaptığı bir faulden farkedebildiğim Christian'lı orta sahaya,her ne kadar iyi niyetli ve her an birşeyler yapabilecek gibi duran ancak fiziksel olarak benden bile kötü durumdaki Alex ve Niang'lı hücum hattına sahip bir takımdan da daha fazlasının beklenmesi ancak hayalperestlik olurdu.Bütün bu kötü parametrelerin yanında,Emre ve Stoch'un dinamizleri ile oyunu hızlandırma çabaları da bir kaç cılızpozisyon girişimi dışında hiç bir işe yaramadı.PAOK ise hem ilk maçta elde ettiği skorun avantajı hem de deplasmanlardaki genel görüntüsü itibari ile oyunu kendi yarı sahasında kabullenip,Salpingidis,Vierinha ve -çakma Samaras- Filomeno'yu defansın arkasına sarkıtmaya çalıştı.Defansın önünde oynayan -Yunan tipli Urugaylı- Pablo Garcia'nın fiziksel üstünlüğü sayesinde Alex tamamen,Emre ise ilk yarının belli bölümlerinde pasifize oldu.Mehmet Topuz'un akıl almaz pas hatalarına Stoch'un yalnız kalması da eklenince ziyan edilmiş bir 45 dakika oynadı Fenerbahçe.


İnsan,ikinci yarıda bir değişiklik,bir farklılık istiyor işler kötü gittiğinde.Ancak maçın 30-35. dakikaları arasında kamera maalesef Fenerbahçe kulubesini gösterdi ve umut fakirin ekmeği olmaktan bile çıktı:İlhan,Bekir,Selçuk,Gökhan Ünal,Caner,Özer ve Mert.Kısacası Fenerbahçe'nin kulubesi oyunu her an değiştirebilecek nadide yeteneklerle doluydu.Ancak aleyhine...
İkinci yarıya değişiklik yapmadan çıkan Fenerbahçe,devre arasında yapılan uyarıların işe yaramasından mıdır,futbolcuların durumun ehemmiyetini kavramasından mıdır yoksa taraftar desteği-korkusudan mıdır nedir silkinir gibi oldu.Alex top almaya -hatta inamazsınız bir de top kazandı,hemde yerden kayarak müdahele ile-,Topuz iki kez üstüste isabetli pas yapmaya,defans hattı ve buna bağlı olarak kaçak dövüşme alanında çığır açan, üçüncü stoperimiz Christian biraz daha ileri çıkıp Pablo Garcia'nın orta sahadaki hükmünü azaltmaya başladı.3 doğrunun bir gol getirdiği günümüzde,Fenerbahçe aradığı golü Emre'nin 56. dakikada aldığı ribaundu iyi tiplemesi sonucu buldu.Golden sonraki 15 dakikalık dilimde,hazır rakip paralize olmuşken ikiyi atıp işi bitirebilirdi Fenerbahçe.Bunun için ihtiyacı olan pozisyoncukları da yakaladı ancak topun inat edip Alex'in hiç olmadığı kadar çok defa sağ ayağına gelmesi buna engel oldu!


70.dakidan sonra PAOK,ne adımızda,ne imkanlarımızda,ne her yeni gelen yabancı futbolcunun ''Böylesini Avrupa'da bile görmedim dediği'' tesislerimizde,ne bilimum Uefa delegesinin kırküç bin kez hayran kaldığı stadımızda,ne herkesi alabilecek güçteki bütçemizde,neyeterlikadromuzda,ne de çekirdek çitlemediği zamanlarda Selçuk'u yuhalayan büyük taraftarımız da korkacak hiç bir bok olmadığını anladı...Stoch'un sürekli o kanadı zorlaması -zaman zaman Keita'laşması! - sonucu,''Abi ben bi 10 dakikaya kalmaz kırmızıyı görürüm'' diyen sarı kartlı Boussaidi'yi oyundan alan PAOK'un Hollywood'lu hocası Dermitzakis,onun yerine adı daha zor söylenen Sznaucner'i oyuna soktu.75'te sakatlanan yada biraz daha zorlarsa sakatlanacakmış gibi duran Emre'nin yerine Selçuk değişkliğine gitti Fenerbahçe.Rakip de bu dakikadan sonra gelmeye başladı.Emre'nin kanat savunmalarına yaptığı katkıyı Selçuk veremeyince daha kolay hücuma kalkan PAOK maçı daha o dakikalarda bitirebilirdi.Kanat beklerinden gidenin geri gelmemesi,golü bulmak adına öne çıkan takımın gol olduğunun farkına varmadığından olsa gerek normal düzenine geçmemesi ve Lugano'nun Roma-Lazio semalarında uçuşan konsantrasyonu golün sinyallerini daha maç uzamadan veriyordu.Önce Lino'nun ortasıda Salpingidis vurdu,Volkan'ı geçen topu Bilica uzaklaştırdı.Ardından Filameno vurdu çizgiden çıkartılan topu tamamlamak isteyen Salpingidis Güiza'ya ''Ulan bunu ben bile atarım'' dedirtti ve maç uzatmaya gitti.


Maç boyunca kanatları kullanıp,ortadan neredeyse hiç gelemeyen bir rakibe karşı bile oyunu tutmayı beceremeyen bir takımın er ya da geç gol yiyeceği bellidir,bunu kabul ediyorum.Ancak ne kadar kötü oynarsanız oynayın böyle bir gol yemek için ekstra bir çaba sarfetmeniz gerekir.Kalecinin uzun kullandığı aut atışında ilk olarak Bilica'nın yarısı kadar adama kafa vurdurması,ardından Lugano'nun,Yugoslav ordusundan kalma Sovyet tankı ağırlığındaki Muslimovic'i arkaya kaçırması,son olarak ise indirmemesi sayesinde,hakettiği golü klasına yakışır bir biçimde kalesinde gördü Fenerbahçe.Maçın geri kalan bölümünde kayda değer bir şey olmadı.


Sonuç:


Sıradan bile denilemeyecek kadar kötü bir takıma elendi bugün Fenerbahçe.Hem de öyle bir elendi ki en iyimserimizi,en pembe gözlüklümüzü bile duvara yapıştırdı.Ama bu ne ilk ne de gidişata bakılırsa son olacak gibi.Bir kez daha Fenerbahçeli olmanın ağırlığı,hüznü,cefası ise yine biz taraftarların omuzlarında kaldı.Üzülüyorum,üzülüyoruz mutlaka ama farkında mısınız mağlubiyetler artık daha kolay sanki.Daha bir alıştık galiba bu sürekli kazanma alışkanlığı olan büyük takımın,her seferinde bir başka kötü takıma yenilmesine-elenmesine.Altıncı resmi maçını oynayan Fenerbahçe'nin toplam galibiyet sayısının 1 (yazıyla bir) olması bile normalmiş gibi geliyor artık.

Yarın birileri ''Hoca da bir yere kadar,oyuncular bu maçı çıkıp almalıydı'' diyecek,bu takımın daha önceden çalışılmış hiç bir hücum setinin olmadığının farkına varmadan.

Alex'in eskisi gibi olmasa da bu takımın hala 1 numaralı pas organizatörü olduğunun farkında olmadan ''Canım klasik 10 numara mı kaldı bu devirde allasen,hem zaten koşmuyor''diyecek bir başkası.

Savunmasındaki uyumun bozulduğunun,normal şartlar altında Lugano'nun o adamı kaçırmayacağını,kaçırsa bile düşürüp kırmızı göreceğini ama golü yedirmeyeceğini,eğer düşürmezse o topa vurulmadan yetişeceğini göremeyecekler.Trabzon maçında,hem de bir duran top sırasında arkasına 3 oyuncu kaçırdığını hatırlamayacaklar.

Santos'un probleminin fiziksel olmasının yanında mental olduğunu,Dünya üzerinde hiç bir kanat bekinin arkasına bu kadar adam kaçırmasının sadece göbeğinin benim kadar olmasına bağlanamayacağını da göremeyecekler.

Christan'ı çok beğendiklerini söyleyecek kadar kör değilseler hala,onun kadar kaçak güreşenini çok az gördüklerini kabul edecekler ancak Selçuk'un da yeterli olmadığını göremeyip pazar günü onu oynatacaklar.

Gökhan'a sarılacaklar çok iyiydin bravo diye sırtını sıvazlayacaklar.Emekleri boşa çıktı diyecekler içlerinden.Sağdan sayısız kez yaptığı bindirmelerden birinde bile,hani en azından istisnai bir durum olsun diye bile isabetli orta yapamadığının farkında olmadan.Bugün PAOK ataklarının 70'ten sonra sürekli onun kanadından geldiğini göremeden.

Stoch diyecekler.''Çok yetenekli,çok kolay adam geçiyor,takımı hızlandırıyor,bu takımın geleceği,biz bunu 3 sene sonra 20 ye satarız''.Bir süre sonra onun da diğerlerine benzeme ihtimalini göz önünde bile bulundurmayacak ve buna önlem dahi almayacaklar.Etik problemleri olduğunu görmezden gelip kendini atmasını,kendisine yapılan faullere aşırı ve anlamsız tepkiler vermesini profesyonellik olarak görecekler.

Kötü topçu olmadığını,doğru bir diziliş ve taktik anlayış içinde çok faydalı olabileceğini göremeyeceklerinden dolayı 2.Güiza yaftasını yapıştırmadan hemen 2 ay önce Niang'ın henüz hazır olmadığını belirtip ileride çok faydalı olacağını söyleyecekler.

Takımın kondisyonun yerlerde sürünmesinin sebebinin sezon başı yapılan yükleme olduğunu,bunun faydasının ileride görüleceğini söyleyecekler.11-12. hafta gibi başlayacak düşüşün sebebini anlayamaycak,takımın konsantrasyonunun bozulduğundan,takım içindeki bazı oyuncuların disiplinsiz davranışlarda bulunduklarından,bu oyuncuların devre arasında gönderileceklerinden bahsedecekler.

Bir dakika...Bu yazdıklarımı gerçekten söyleyebilecek bir kaç kişi tanıyorum ben sanki.Hem de takımın içinde,altında,üstünde,kenarında,en tepesinde...

26 Ağustos 2010 Perşembe

İsim babası...


63 yaşımda sigarayı bıraktım. Kolay değildi; ama başardım. 70 yaşımı kutladığımda anasonu bıraktım. Yemeklerde şarabı bile bıraktım. Tuz, kahve, bahis ve iskambil haddini aşmayı başardım; ama lanet Atleti ... (yazılar gelir) Beni öldürüyor. Bana hayat veriyor...

Videodaki şahıs Atletico Madrid'in 1 numaralı üyesi Augustin de la Fuente Quintana.

Fener'in bana çektirdiğini,Atletico da bu amcaya çektiriyor.

Olsun be,biz zaten bu eziyetin hastasıyız...