17 Mart 2012 Cumartesi

Sen Gelme Ulan Ayı





Fener içerde Hapoel ile oynuyordu ve ben ne yaparsam yapayım okuldan çıkıp o maça yetişme ihtimalim yoktu. Gece babam nasıl olsa sarhoş gelirdi ve ben nasıl olsa ertesi gün okula gitmemek için babamı bir şekilde ikna ederdim. Zaten hiç okuldan kaçmadım ben. Hiç kaçma ihtiyacım olmadı. 12 yaşındaydım,orta 1'deydim -ki ona bile bugün altıncı sınıf diyorlar- ertesi gün matematik sınavı vardı ve ben sınava girmezsem karnede matematiğin 1 gelmesi kesindi. Babama sınav olduğunu söylemedim tabiki. O maça gittim ben,Fener mağlup oldu,çok ağladım. O sınava girmedim,matematik de 1 geldi.

Tek başıma gittiğim ilk Galatasaray maçında 15 yaşındaydım. Bir çarşamba günüydü,ramazandı,oruçtuk. Babamı yine ikna ettim,yine okula gitmedik. Sınav yoktu bu sefer,onun yerine Fizik hocasının bizzat kendisi vardı. Kral adamdı sağolsun,hep kolladı bizi. İlk copu o gün yedim ben. Yağmur yağdığı zaman eski maratonun önündeki gider taşardı. Sular,eğer sıra oluşmuşsa -ki izdiham asıl kelimedir- sıranın dibine kadar gelirdi. Polisin yanaş dediği yerde dize kadar su vardı ve ben polisin laftan anlamadığı ilk kez görmüyordum. ''Abi'' dedim,''Abi su var''. Çaaat... Nokia 3210'umun ekranı gitti. Mahallede,okulda ilk bende vardı. Çocuktum,ağlasam kimse ayıplamazdı herhalde. En azından bugün benim yanımda 15 yaşında bir çocuk ağlasa ben ayıplamam. Ağlamadım. Yani maçın sonuna kadar ağlamadım. Biz o gün bilmiyorduk ama o günden beri Galatasaray'a Kadıköy'de hiç kaybetmedik. O gün bunu bilseydim yine de ağlar mıydım? Kesin ağlardım.

İlk deplasmana gittiğimde 16 yaşındaydım. Yaz tatili olduğu için okul gibi bir derdim yoktu. Sezonun ilk maçında Kocaeli'deydik ve o zaman bilet yoktu Kocaeli'de. Hatırlayanı çoktur elbet ama bilmeyene söyleyelim; jetonla giriliyordu tribüne. Polis bizi çembere almışken birden ortadan kayboldu. Az önce bize köfte satan ibnenin tezgahının altından döner bıçağı çıktı. Polis? Efendim? Yemin ediyorum katran karası insan gördüm ben Kocaeli'de. Adam Dia'dan bile siyahtı,dişleri de...

Kocaeli'den 3-4 ay sonra ilk Galatasaray deplasmanı... ''Abi ben Fenerli'yim'' dememe rağmen,beni zorla likör fabrikasının arkasından,Galatasaray kapalısının kombine kapısının önünden eski açığın önündeki Fenerli'lerin yanına gönderen polisin annesine mi muhabbetlerimi yollayayım şimdi,yoksa 16 yaşındaki çocuğu tokatlayan 35-40 yaşındaki şanlı Galatasaray taraftarına mı?

O yılın şampiyonluk kilidini -klişeni sikeyim- çözecek maçta Galatasaray ile oynuyorduk ve bilet bulmak biz münferitler için en az bugünkü kadar zordu. Karaborsacıya kaç para nakit verdim hatırlamıyorum ama biletin benim olması için yeterli değildi. Kolumdaki Guess saati çıkardım verdim. Hiç acımadım,hala da acımam. O yıl şampiyon olduk.

Glasgow'a nasıl ve niye gittim orasını geçiyorum ama ben Glasgow'da da tribündeydim. Dönüşte tren istasyonunda bedenen tek kişiydim belki ama üstümdeki 8 numaralı formanın sahibi Rapajc ruhen benimleydi. Ancak onlar hem ruh,hem bedenen 7-8 kişiydi ve temiz dövdüler beni. Oralara kadar gitmişken Birleşik Krallık'ın nezarethaneleri ile bizimkileri karşılaştırmadan dönmek olmazdı elbet. Sonuç mu? Ya ben hayal gördüm ya da ben bir gece gerçekten Glasgow Hilton'da kaldım...

İnönü hikayesi hiç anlatmadım daha. Ki İnönü'ye ilk gittiğimde Mosheu 30 metreden falan koymuştu ama hikayesiz bir maçtı. İlk hikayem Beşiktaş'ın 100. yılında,bizim 6. olduğumuz dönemde oynadığımız maçtı. 12 yaşındaki kardeşimi ilk deplasmana götürüşüm... İddiasız,umutsuz olduğumuz ama Fenerbahçe'nin ben ve benim gibilere çok ihtiyacı olduğu bir maçtı. Maçın 80. dakikasına kadar hiç bir problem de yoktu. Ne oldu,ne bitti hala bilmiyorum ama birden bire biz onlara onlar da bize bir şeyler atmaya başladı. Maçın hikayesi bir şeyler atmak değil,hayır. O zaman 12 yaşında olan kardeşimin ilk deplasmanıydı ve ben ona sahip çıkmalıydım. Eski açığın tam ortasındaydık o maçta ve iki taraftan da bir şeyler yağıyordu. Tam bitti galiba derken bize göre sol,numaralıya yakın taraftan bir şeylerin süzülerek geldiğini gördüm. Kardeşimin üstüne kapaklandım,santim şaşmadan belimin üstüne oturdu gelen şey. O mesafeden atılan bir ayran kutusunun bile nasıl can yaktığını bilenlere krikonun -evet kriko,hani lastik değiştirmeye yarayan- nasıl bir etki yarattığını anlatmama gerek yok sanırım. Eve gittiğimde de,onu takip eden bir haftada da yürüyemedim. Kardeşim ne olduğunu anne-babama hiç bir zaman söylemedi...

3 Temmuz,10 Temmuz,14 Ağustos,24 Ağustos,14 Şubat,18 Şubat'ta nerede olduğumu ve yukarıdakiler gibi onlarca hikayeyi anlatmaya gerek duymuyorum.

Hayatımda hiç futbol kombinesi almadım. Hiç bir taraftar grubuna bırak üye olmayı sempati dahi beslemedim. Gruplardan,birilerine ''abi'' diyenlerden arkadaş edinmedim hiç kendime. Hayatımda hiç bedava bilet geçmedi elime. Tribünde ''abi''m olmadı hiç. Münferitim ben. Ama ismini bilmediğim,hiç tanışmadığım yüzlerce insanı tanıyorum ben. Eminim onlar da tanıyor bizi. Bizi dedim değil mi? Glasgow hariç yukarıdakileri ve yukarıdakiler gibi onlarca hikayeyi bir arkadaşım ile beraber yaşadık biz. Adı Ayı. Bilen bilir ufak tefek,hatta bildiğin sik kadar bir adamım ben. Ayı da bildiğin ayı. 2 metreye 150 kilo bir adam. Benim çocukluk arkadaşım. Sadece üniversiteyi ayrı okuduk. O futbol takımından bir oyuncunun kardeşi ile üniversiteden arkadaş. Onun yarın için bileti var. Benim yok. Karaborsadan almak istersem artık saatimi vermek zorunda da değilim,ama ben artık o günleri çok ama çok geride bıraktım. Ben mesajı aldım. Benim 15 yaşıma yer yok artık tribünde. O çocuklar yoksa ben de yokum...

16 Eylül 2011 Cuma

Sevmek Bana Yaramıyordu,Ben Sevilemiyordum...




Zor yazıyorum ben. Duygulanmam,çok üzülmem ve hatta bazen ağlamam gerekiyor bir şeyler karalayabilmek için. Sevinçten yazamadım hiç. Hayatımın hiç bir evresinde çok sevinip de dokunamadım kaleme -klavyeye-. Edgar Allen Poe geliyor aklıma böyle günlerde ; ''Sevmek bana yaramıyordu,ben sevilemiyordum'' diye yorumluyorum ne zaman sevincimi paylaşmak istesem.

Hiç adetim değildir ama erken kalktım bugün. Kendime çok güzel bir kahvaltı hazırladım dememi bekleyenlenler varsa şöyle alalım. Kahvaltı günün en önemli öğünüdür diyenler ilk okulda hiç dayak yememiştir. Veya ne bileyim,okuldan kaçıp maça gitmemiştir. Heh işte; beyaz yakalıdır. Siktirip gidebilirler,gurur duyarım. Ben çok pis dayak da yedim,maça da kaçtım. Babam da yakaladı,ama güldü.

Nerede kalmıştık; erken kalkmıştım. Kalkar kalkmaz adetim olduğu üzere sigara yaktım. Kahve yapmak için mutfağa doğru ilerledim. Kahve derken,bildiğin üçü bir arada. İçemem öyle filtresiydi,americanosuydu. Kaç şeker atarsan at,acı ulan bildiğin.

Ivırı,zıvırı geçersen Kadıköy Şöhretler'de liseden kalma alışkanlıkla pide döner yedim. Dönerin başındaki abi çok ters bakınca,güneş gözlüğünü çıkardım,heh şöyle -pidenin dibinde kalan boşluğa yine döner ekledi- tanıyamadım dedi.

Üniversitedeyken insanların nasıl olup da vapura binerken bu kadar zevk aldıklarını anlayamazdık. Ben bugün anladım... Artık yasakmış ama bir sigara yaktım,biri siyahi iki oğlan mızıka çalıyordu...

Balık aldım Karaköy'den,rakı aldım sonra. Ben çok rakı içerim blog. Öküz gibi de sigara içerim. Bilmiyorsan öğren...

Sarhoşum ve velhasılı Fener bugün yine ve inatla kazandı blog. Ölüsünü,dirisini,her gün birisini...

Hayatımda ilk kez mutluyken bir şeyler yazıyorum ve bu,yazdıklarım içinde en kötüsü,onu da biliyorum...

İnsan çok sevdiği için ölür mü?

Ben bu hayatta en çok Fenerbahçe'yi seviyorum blog....

Ve ben bir gün çok sevdiğim için ölecekmişim gibi geliyor bana...

5 Ağustos 2011 Cuma

Safları Sıklaştırın...



Yazmadığım yaklaşık 8 ay boyunca gelişen olayları yazmaya kalksam bir 8 aya daha ihtiyacım olur herhalde. Ben bugünü yakalayayım,yeter şimdilik.

Fenerbahçe,istibdat dönemi ve hatta İstanbul'un işgali dahil,tarihinde hiç görmediği kadar ağır bir kuşatma altında... Düşman bu kez daha acımasız,daha vicdansız,daha utanmaz. Amacı İngiliz donanma kuvvetlerinin en iyilerini toplayıp Fenerbahçe'yi bir kez olsun yenebilmek değil,yok etmek. Düşman hafiyelerinin kafalarında fes yok artık,bıyıkları kaytan değil hiç birinin. Simsiyah cübbeleri var hepsinin,kapkaranlık cübbeler. Bıyıklar günün modasına uygun olarak varla yok arası. Jurnalciler sadece kılık değiştirmekle kalmadılar,hayal güçleri artarken,haysiyetleri eksildi,ar damarları çatladı. Fuat Hüsnü Kayacan'ın Bobi takma adıyla İngiliz'lerle ayak topu oynadığı jurnal etmek mekzube değildi elbet ama bir insanın hakkında onu bir ülkeden soğutacak kadar gıybet etmek de bugünün Ali Kemal'lerine nasip oldu. Saray soytarıları,yardakçılar da sanki o günden kopmuş da gelmiş gibi. Peyam-ı Sabah gitmişti gitmesine de,İngiliz'ler bugünkü muadillerini görse bırak finanse etmeyi,ipe götürürler Ali Kemal'i.

Namaz kılarken safları sıklaştıralım ey cemaat der imam,aramıza şeytan girmesin. Usta Allah'a inanmaz ama o da safları sıklaştırın der. Ve ekler; Daha gün o gün değil,derlenip dürülmesin bayraklar... Yok,hayır,daha değil...

Çünkü; Topuz Hikmet meşe palamudunu armana kudretli olduğun için koydu. Çünkü; sağ haf Arif şehit düşmedi daha. Çünkü; devre arasında potinleri sıkan Bedri,henüz oyundan çıkmadı. Çünkü; Zeki Rıza ikinciyi göndermedi daha ağlara,maç hâlâ 1-1 devam ediyor. Çünkü; ne Mustafa Kemal daha Beşbıyık sokağın 3 numarasını ziyaret etti,ne de İsmet Paşa ta Lozan'dan meseretle gözlerinden öpüyor çocukların. Çünkü; Kalamış'taki kayıkhaneden hâlâ silah sevkediliyor Anadolu'ya. Çünkü; Taksim stadı tıklım yine bugün,Fener'in maçı var. Çünkü; formanda hâlâ reklam yok senin. Çünkü; herkes hâlâ ve ısrarla topu Lefter'e veriyor ve hâlâ deftere yazıyor. Çünkü; Basri'nin kafası daha yarılmadı. Çünkü; hayatında hiç penaltı kaçırmamış Wodword topu hâlâ sol üste vuruyor ve Cihat sarı kazağı ile kanarya gibi uçup,o topu çıkarıyor. Çünkü; Sadri baba yerlileri hâlâ Fenerbahçe çok yaşa diye bağırttıyor. Çünkü; Hababam sınıfı hâlâ maça kaçıyor,Mahmut hoca hâlâ yakalıyor. Çünkü; Fenerbahçeli Cemil hâlâ aynı bıçakla tıraş oluyor.

Safları sıklaştırın çocuklar...Çünkü bu kavga; bizden daha öncekilerin hakkını sonuna kadar verdiği bir varolma kavgasıdır.

Safları sıklaştırın çocuklar... Çünkü; biz daha bu borcu ödeyemedik...

Bir Gece Ansızın



Yazmak disiplin işi derlerdi de inanmazdım. Böylesine yoğun gündemin olduğu,başka diyarlarda skandalın ağa babası olacak nitelikte olayların gündelik hayatın bir parçası haline geldiği bir ülkede yazacak bir şeyler illaki bulunurdu. Bulunmasına bulunurmuş da onu yazacak disiplin bende yokmuş.


Dönelim bakalım;bu sefer ne kadar devam edebileceğiz...

15 Aralık 2010 Çarşamba

İzafiyet Teorisi




''Haydi kalk'' diyor babam,uyandırıyor beni. Saatten haberim yok,tek hatırladığım çok uykumun olduğu. O zamanlar anne-baba çalıştğı için bir hafta anneanne,bir hafta babaanne bakıyor bana.Zamanı geldi sanıyorum,hafta sonu bitti. ''Bu hafta sıra kimde'' diye soruyorum,babam gülüyor. ''Bugün daha pazar'' diyor,''Hani maça gideceğiz demiştim ya...''

İzlediğimi net olarak hatırladığım ilk maçın üzerinden o zaman farkedemesem de 336 gün geçmişti. Ve ben o 336 günün hepsinde kafamda maça gitmeyi kurmuştum. Ne olduğuna,nasıl bir şey olduğuna dair hiç bir fikrim olmasa da,o ilk maça gittiğim günden önce 336 maç daha izledim ben tribünden. Kâh babam götürüyordu,kâh radikal bir kararla Fenerli olan dayım götürüyordu,kâh ben büyüyüp yalnız başıma gidiyordum.

Evden çıkışımıza dair kareler net değil kafamda. Annem kalkmışmıydı,kahvaltı etmişmiydik,üzerimde ne vardı hiç hatırlamıyorum. Aşağıya indiğimiz zaman arabanın yanında durduğumu,babamın neden olduğunu hatırlamadığım bir sebepten arabayı almadığını hatırlıyorum sadece.

Taksim'e kadar nasıl geldiğimiz de yok kafamda ama babamın tam da The Marmara'nın önünde beni omzuna aldığını,Gümüşsuyu'ndan aşağı indiğimizi hatırlıyorum. Stadın kapısındaki polisi hatırlıyorum hayal meyal,sıraya girmeden içeri girdiğimizi de.Hava çok sıcak...

Çok kalabalık yerler bu stadlar,her yer insan kaynıyor,saha boş. Hani maç nerede?

Stadın ismini öğreniyorum bir zaman sonra; İnönü'nün kapalısında,sol tarafta,eski açığa doğru olan yerdeyiz. 6 yaşındayım,hava çok sıcak,maç bir türlü başlamıyor,çişim gelmeye başladı,susadım,pek iştahlı bir çocuk değilim ama biraz da acıktım galiba.Hem ayrıca sıkılmaya da başladım...

Zaman geçmiyor bir türlü,ben maçın başlamasından ümidi kesip yerdeki çekirdek kabuklarını ve sigara izmaritlerini iki ayrı grup yapıp sıkıntımı gidermeye çalışıyorum,babam kızıyor. Pis şeylerle oynamamalıymışım. 6 yaşındayım,güneş yüzüme vuruyor,çok sıkılıyorum...

Saatin kaç olduğundan yine ve hâlâ haberim yok ama futbolcular ısınmaya çıkıyorlar,ben yeniden babamın omzuna. Bir tek Schumacher'i net olarak ayırtedebiliyorum kafasında şapkasıyla.Sanki televizyonda daha hızlı hareket ediyor bu adamlar. Babama neden böyle yavaş hareket ediyor bu adamlar diye soruyorum,babam önce gülüyor sonra ''Daha maç başlamadığı için'' diyor,ısınıyorlarmış. ''E hava zaten çok sıcak neden ısınıyorlar ki'' diye soruyorum tekrardan,yanımızdaki adam çok gülüyor. Yanımızdaki adam,adam değil aslında. Yani dayım kadar adam,babam gibi büyük adam değil. ''Ver abi,biraz da benim omzumda dursun,sen çok yoruldun'' diyor. Babam dünden razı da ben hayatta gitmem. Yalandan ağlıyorum gitmemek için,babam da çaresiz indiremiyor beni.

Maçtan önce biraz dinlenmek için olsa gerek babam yere indiriyor beni bir süreliğine. Herkes ayakta olduğu için koltukların arasındaki boşlukta benim için ideal bir gölgelik oluşuyor. Sıcak az da olsa etkisini yitiriyor böylece. 6 yaşındayım,hava çok sıcak,daha önce 5 -en az- kere tuvalete gitmemize rağmen yine çişim geliyor,çok sıkılıyorum.Ayrıca artık çok yoruldum...

Takribi 10-15 yetişkin dakikası sonunda babam tekrar yukarı çekiyor beni. O da ne? Hep televizyondan gördüğüm Fenerbahçe'nin çubuklu formasını giymiş adamlar sahada duruyor. Aslında o kadar da yakın olmuyorlarmış. Halâ sadece Schumacher'i ayrıtedebiliyorum diğerlerinden. Başlıyorum hiç nefes almadan sormaya;

-Şu kim baba?
-Oğuz.

-Bu kim?
-Müjdat.

-Orada duran?
-Aykut.

-Şuradaki?
-Müjdat dedim ya oğlum.

''Rıdvan nerede hani,Hakan nerede?'' diye soruyorum,babam bıkmadan usanmadan cevaplamaya devam ediyor.Sakatmış onlar oynamıyorlarmış. Televizyondan hiç böyle gözükmüyor bu adamlar,ayrıca hâlâ televizyondakinden daha yavaş hareket ediyorlar.

6 yaşındayım,babamın omuzlarındayım,Fenerbahçe-Sarıyer maçında İnönü kapalısındayım...

Maç başlar başlamaz Oğuz atıyor bir tane.Herkes ayakta ama ben ne olduğunu anlamıyorum.''Ne oldu baba'' diyorum. O yaştaki çocuklar çok soru soruyor,babalar da hiç bıkmadan usanmadan cevaplıyor. ''Gol attık ya oğlum'' diyor babam. Sorular bitmiyor; '' Baba bu gerçek maç mı?''. ''Neden oğlum'' diye soruma soruyla cevap veriyor babam. ''E baba gerçek maçta hemen gol olmaz ki''. Sağımız,solumuz,önümüz,arkamızda kim varsa gülüyor bu sefer.

2 tane yiyoruz ondan sonra,Fener kaybediyor. Beşiktaş İzmir'de 3-1 galip,babama dokunsanız ağlayacak.Ben 6 yaşındayım,hayatımda ilk kez maça gittim,Fener 2-1 mağlup,çok acıktım,çok uykum geldi,çok sıkıldım,hava çok sıcaktı...

Çıkışta kitapsız köftecinin ızgara üzerine koyduğu köftelerin yağları yanarken çıkan koku ortalığı kasıp kavuruyor,ben ortalığı yıkıyorum köfte diye. Babam nuh diyor peygamber demiyor. Onlar da pismiş,eve gidince annem yaparmış bana köfte.

Çıkışta hiç yürümüyoruz.Daha doğrusu,6 yaşında bir çocukla maça gidip,ruhen ve bedenen bitmek üzere olan babam beni omzuna almayı gözüne kestirememiş olacak ki bizim arabanın sarısına biniyoruz. Günde 3 paket sigara içen babam,arabada çocuk olduğu için taksiciye sigarasını söndürmesini söylüyor,ben babam galiba yine kavga edecek diye düşünürken arka koltukta sızıyorum.

Pazar günleri pazar kurulurdu bizim evin orada ben çocukken. Babam beni uyandırdığında pazarı görüyorum ilk. Omzuna alıyor yine,pazarın içinden geçerken alışverişe çıkmış olan annemi görüyoruz. Babam omzundan indiriyor beni torbaları alıyor,annem elimden tutuyor,ben bir kez daha yalandan ağlıyorum.Yürümek çok zor geliyor...

Eve gider gitmez banyoya sokuyor beni annem. Çıktığımda babamı koltukta uyurken buluyorum. Ses yapma diyor annem,ben de öbür koltuğa dedemin Çetinkaya'dan aldığı bornozla uzanıyorum. Sonra annem uyandırıyor ikimizi de,köfte yapmış. Yemek yiyiyoruz,ilk kez kolama sıcak su koymuyor annem. Yemekten sonra ben yine uyuyorum.

Ertesi sabah önce annemi iş yerine bırakıyoruz babamla,sonra babam beni anneanneme bırakıyor. Teyzem yok artık evde,Ankara'da okula gidiyormuş. Dayım uyuyor hâlâ.Üstüne atlıyorum. Çok korkuyor ya da korkmuş gibi yapıyor bilmiyorum. '' Nasıl koydular lan'' diyor gülerek. ''Ben maça gittim'' diyorum. ''Sen gel bir de bizim maçları gör'' diyor. ''Gelmem'' diyorum,''Maça gitmek bok gibi bir şey...''

Çocuğunuzun izafiyet teorisini erken yaşlarda tecrübe etmesini istiyorsanız,onu maça götürün sevgili ebeveynler. Zira o maçın öncesi ve sonrasının sadece 6-7 saatlik bir süreçten ibaret olduğuna beni hiç kimse inandıramaz...

13 Aralık 2010 Pazartesi

Ben Hep 17 Yaşındayım...

Erdal Eren,13 Aralık 1980 tarihinde 17 yaşındaydı.

Hep 17 yaşında kaldı...

11 Aralık 2010 Cumartesi

Aykut,Turhan,103 gol,Şampiyonluk...




Evden nasıl çıktık,oraya kadar nasıl geldik hiç bir fikrim yok. İlk hatırladığım sahne; İngiliz Konsolosluğu'nun önünden Ömer Hayyam'a doğru aşşağı inen yoldaki alt geçidin çıkışında sağımda annem,solumda babam elimden tutuyorlar. Hava güneşli,benim üstümde 11 numaralı çubuklu var,herkes mutlu. Babaannem'e gidiyoruz,misafir gelecekmiş.

81 geniş mermer merdiven çıkıyoruz,bugün 120 yaşında olan Rum binasında. Hayatımın bugüne kadarki kısmında hiç bir yolu o kadar çok defa kat etmemişimdir,iddialıyım. Dedem açıyor kapıyı,her zaman olduğu gibi aklını yitirmişcesine gözleri büyüyor,ne yapacağını şaşırıyor. Babaannem yine bir şeyler okuyup,üflüyor suratıma ben daha henüz dedemin markajından kurtulamadan. Annemin,babamın ağzı kulaklarında. Babaannem sırasını bekliyor. Champs-Elysees'de büyümediklerinden ve kadın erkek eşitliği 1940'larda henüz Türkiye'ye uğramadığından hiyerarşi var babaannemlerde. Bizim evde böyle bir şey yok. Annem neyse babam da o. Çocuğum ama aptal değilim,farkı biliyorum...

Biraz sonra dedemle babamın evden çıkmaya yeltendiklerini hissediyorum. Ben de erkek olduğum için artık buralarda kalamam.Ne işim var kadınların arasında,benim de onlarla çıkmam gerekiyor. Annem ''otur aşşağı'' manasına gelen bir şeyler söylüyor,ben ağlıyorum. Ben ağlarken dedemle babam kaçıyorlar. Ben daha da bağırarak ağlamaya başlıyorum,babaannem yine bir şeyler okuyup suratıma üflüyor,annem maç başlayacak şimdi televizyonu açayım diyor,''ben açarım'' diyorum. Babaannemlerin televizyonu kumandalı değil ama ITT Schaub-Lorenz'in mühendisleri bile benden iyi bilemez bunun nasıl çalıştığını. Açıyorum televizyonu,bir şeyler var ama ne olduğunu hatırlamıyorum. Misafirler geliyor bu sırada. Yaşlılar el öptürmeye çalışıyor,benim hoşuma gitmiyor. Bir sürü buruşuk eli öpmek çocukken bile çok tercih edilesi bir şey değil,o gün anlıyorum. Annem ile babaannem kaş göz yapıyor ama yok Allah yok,öpmüyorum. Onlar misafir odasına geçerken maç başlıyor. Boyumun yaklaşık 3 katı olan kapıyı hırsla çarpıyorum maç başlayınca,çok ses geliyor içeriden. Annem geliyor hemen sese,kapıyı açıp önce gülüyor sonra sessizce kapatıp yine içeri gidiyor.

Hafta boyunca Halit Kıvanç'ın oynadığı reklamları hatırlıyorum. Fenerbahçe'nin 100. golünü bilene bilmem ne gazetesi bilmem ne verecekmiş diyor. Ben kolay buluyorum bu soruyu. Aykut atacak tabiki diyorum her gördüğümde,başka kim atacak. Ama öyle olmuyor, Turhan uçarak kafayla atıyor golü. Bense ilk ve son defa Fenerbahçe'nin attığı bir gole üzülüyorum. Maçı Fenerbahçe 4-3 kazanıyor ama bu bana hiç bir şey ifade etmiyor. Aykut atmalıydı o golü,Aykut'un hakkıydı...

Akşam babam geliyor bizi almaya. Çok pis kokuyor babam. Annem biraz sinirli gibi geliyor bana. Aşşağı iniyoruz ama bizim araba yok,başka bir arabaya bindirmeye çalışıyor babam bizi. ''Oha baba arabamızı çalmışlar'' diyorum, annem çok gülüyor. Aslında o kadar da sinirli değilmiş demek ki. Babam Gaspar ustayla arabaları değiştirmiş. Onunki station bizim ki ''normal'' arabaymış. Gidip teyzemi alıyoruz,dayıma sen de gelsene diyorum sonrasında hayatımda ilk defa ''siktir lan'' diye bir şey duyuyorum. Bu sefer de annem kızıyor dayıma. Niye herkes kızıyor ki ona,ben çok seviyorum onu. O bana uzaktan kumandalı kamyon almıştı,hem de 500 basan...

Tura çıkıyoruz. Ben,annem,babam,teyzem,bir de birisi daha var arabada ama kim olduğunu hatırlamıyorum. Diğer arabalardaki insanlar camdan çıkıp bayrak sallıyor. Ben de çıkacağım diyorum teyzem izin vermiyor. Teyzem bizde kalıyor o akşam. Ertesi sabah babamla bakkala gidiyoruz. Her zaman gazete alıyor babam ama sanki bu sefer daha çok alıyor. Çok saçma geliyor bana,hepsi aynı halbuki.

5 yaşındayım, Fenerbahçe 103 gol atıp şampiyon oluyor. 5 yaşındayım,100. golü Aykut atmalıydı diyorum,onun hakkıydı...