17 Mart 2012 Cumartesi

Sen Gelme Ulan Ayı





Fener içerde Hapoel ile oynuyordu ve ben ne yaparsam yapayım okuldan çıkıp o maça yetişme ihtimalim yoktu. Gece babam nasıl olsa sarhoş gelirdi ve ben nasıl olsa ertesi gün okula gitmemek için babamı bir şekilde ikna ederdim. Zaten hiç okuldan kaçmadım ben. Hiç kaçma ihtiyacım olmadı. 12 yaşındaydım,orta 1'deydim -ki ona bile bugün altıncı sınıf diyorlar- ertesi gün matematik sınavı vardı ve ben sınava girmezsem karnede matematiğin 1 gelmesi kesindi. Babama sınav olduğunu söylemedim tabiki. O maça gittim ben,Fener mağlup oldu,çok ağladım. O sınava girmedim,matematik de 1 geldi.

Tek başıma gittiğim ilk Galatasaray maçında 15 yaşındaydım. Bir çarşamba günüydü,ramazandı,oruçtuk. Babamı yine ikna ettim,yine okula gitmedik. Sınav yoktu bu sefer,onun yerine Fizik hocasının bizzat kendisi vardı. Kral adamdı sağolsun,hep kolladı bizi. İlk copu o gün yedim ben. Yağmur yağdığı zaman eski maratonun önündeki gider taşardı. Sular,eğer sıra oluşmuşsa -ki izdiham asıl kelimedir- sıranın dibine kadar gelirdi. Polisin yanaş dediği yerde dize kadar su vardı ve ben polisin laftan anlamadığı ilk kez görmüyordum. ''Abi'' dedim,''Abi su var''. Çaaat... Nokia 3210'umun ekranı gitti. Mahallede,okulda ilk bende vardı. Çocuktum,ağlasam kimse ayıplamazdı herhalde. En azından bugün benim yanımda 15 yaşında bir çocuk ağlasa ben ayıplamam. Ağlamadım. Yani maçın sonuna kadar ağlamadım. Biz o gün bilmiyorduk ama o günden beri Galatasaray'a Kadıköy'de hiç kaybetmedik. O gün bunu bilseydim yine de ağlar mıydım? Kesin ağlardım.

İlk deplasmana gittiğimde 16 yaşındaydım. Yaz tatili olduğu için okul gibi bir derdim yoktu. Sezonun ilk maçında Kocaeli'deydik ve o zaman bilet yoktu Kocaeli'de. Hatırlayanı çoktur elbet ama bilmeyene söyleyelim; jetonla giriliyordu tribüne. Polis bizi çembere almışken birden ortadan kayboldu. Az önce bize köfte satan ibnenin tezgahının altından döner bıçağı çıktı. Polis? Efendim? Yemin ediyorum katran karası insan gördüm ben Kocaeli'de. Adam Dia'dan bile siyahtı,dişleri de...

Kocaeli'den 3-4 ay sonra ilk Galatasaray deplasmanı... ''Abi ben Fenerli'yim'' dememe rağmen,beni zorla likör fabrikasının arkasından,Galatasaray kapalısının kombine kapısının önünden eski açığın önündeki Fenerli'lerin yanına gönderen polisin annesine mi muhabbetlerimi yollayayım şimdi,yoksa 16 yaşındaki çocuğu tokatlayan 35-40 yaşındaki şanlı Galatasaray taraftarına mı?

O yılın şampiyonluk kilidini -klişeni sikeyim- çözecek maçta Galatasaray ile oynuyorduk ve bilet bulmak biz münferitler için en az bugünkü kadar zordu. Karaborsacıya kaç para nakit verdim hatırlamıyorum ama biletin benim olması için yeterli değildi. Kolumdaki Guess saati çıkardım verdim. Hiç acımadım,hala da acımam. O yıl şampiyon olduk.

Glasgow'a nasıl ve niye gittim orasını geçiyorum ama ben Glasgow'da da tribündeydim. Dönüşte tren istasyonunda bedenen tek kişiydim belki ama üstümdeki 8 numaralı formanın sahibi Rapajc ruhen benimleydi. Ancak onlar hem ruh,hem bedenen 7-8 kişiydi ve temiz dövdüler beni. Oralara kadar gitmişken Birleşik Krallık'ın nezarethaneleri ile bizimkileri karşılaştırmadan dönmek olmazdı elbet. Sonuç mu? Ya ben hayal gördüm ya da ben bir gece gerçekten Glasgow Hilton'da kaldım...

İnönü hikayesi hiç anlatmadım daha. Ki İnönü'ye ilk gittiğimde Mosheu 30 metreden falan koymuştu ama hikayesiz bir maçtı. İlk hikayem Beşiktaş'ın 100. yılında,bizim 6. olduğumuz dönemde oynadığımız maçtı. 12 yaşındaki kardeşimi ilk deplasmana götürüşüm... İddiasız,umutsuz olduğumuz ama Fenerbahçe'nin ben ve benim gibilere çok ihtiyacı olduğu bir maçtı. Maçın 80. dakikasına kadar hiç bir problem de yoktu. Ne oldu,ne bitti hala bilmiyorum ama birden bire biz onlara onlar da bize bir şeyler atmaya başladı. Maçın hikayesi bir şeyler atmak değil,hayır. O zaman 12 yaşında olan kardeşimin ilk deplasmanıydı ve ben ona sahip çıkmalıydım. Eski açığın tam ortasındaydık o maçta ve iki taraftan da bir şeyler yağıyordu. Tam bitti galiba derken bize göre sol,numaralıya yakın taraftan bir şeylerin süzülerek geldiğini gördüm. Kardeşimin üstüne kapaklandım,santim şaşmadan belimin üstüne oturdu gelen şey. O mesafeden atılan bir ayran kutusunun bile nasıl can yaktığını bilenlere krikonun -evet kriko,hani lastik değiştirmeye yarayan- nasıl bir etki yarattığını anlatmama gerek yok sanırım. Eve gittiğimde de,onu takip eden bir haftada da yürüyemedim. Kardeşim ne olduğunu anne-babama hiç bir zaman söylemedi...

3 Temmuz,10 Temmuz,14 Ağustos,24 Ağustos,14 Şubat,18 Şubat'ta nerede olduğumu ve yukarıdakiler gibi onlarca hikayeyi anlatmaya gerek duymuyorum.

Hayatımda hiç futbol kombinesi almadım. Hiç bir taraftar grubuna bırak üye olmayı sempati dahi beslemedim. Gruplardan,birilerine ''abi'' diyenlerden arkadaş edinmedim hiç kendime. Hayatımda hiç bedava bilet geçmedi elime. Tribünde ''abi''m olmadı hiç. Münferitim ben. Ama ismini bilmediğim,hiç tanışmadığım yüzlerce insanı tanıyorum ben. Eminim onlar da tanıyor bizi. Bizi dedim değil mi? Glasgow hariç yukarıdakileri ve yukarıdakiler gibi onlarca hikayeyi bir arkadaşım ile beraber yaşadık biz. Adı Ayı. Bilen bilir ufak tefek,hatta bildiğin sik kadar bir adamım ben. Ayı da bildiğin ayı. 2 metreye 150 kilo bir adam. Benim çocukluk arkadaşım. Sadece üniversiteyi ayrı okuduk. O futbol takımından bir oyuncunun kardeşi ile üniversiteden arkadaş. Onun yarın için bileti var. Benim yok. Karaborsadan almak istersem artık saatimi vermek zorunda da değilim,ama ben artık o günleri çok ama çok geride bıraktım. Ben mesajı aldım. Benim 15 yaşıma yer yok artık tribünde. O çocuklar yoksa ben de yokum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder